Belediye Tapulu Araziye El Koyabilir mi? Toplumsal Cinsiyet ve Adalet Perspektifinden Bir Değerlendirme
Bir sabah uyandığınızda, yıllardır size ait olan bir arazinin belediye tarafından “kamu yararı” gerekçesiyle el konulduğunu öğrendiğinizi düşünün. O an sadece bir mülkü değil, bir yaşam alanını, bir emeği, bir geçmişi kaybedersiniz. İşte bu noktada mesele yalnızca hukuki değil; aynı zamanda toplumsal, duygusal ve etik bir hal alır. Bu yazıda, “Belediye tapulu araziye el koyabilir mi?” sorusunu sadece yasal yönüyle değil; toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet açısından da ele alacağız. Çünkü mülkiyet meselesi, toplumsal dengeleri derinden etkileyen bir güç konusudur.
Tapu Bir Kâğıt mı, Yoksa Bir Aidiyet Hikâyesi mi?
Bir tapu, teknik olarak bir mülkiyet belgesidir. Ancak aslında o kâğıt parçası, yılların emeğini, aile bağlarını ve bir topluluğun belleğini taşır. Kadınlar için bu belge çoğu zaman görünmeyen bir mücadeleyi temsil eder: miras hakkına erişim, ekonomik bağımsızlık, ya da yaşadığı alan üzerinde söz sahibi olma. Erkekler içinse bu, daha çok bir güvence, bir başarı göstergesi veya soyun devamı anlamına gelebilir.
Toplumsal cinsiyet rolleri, tapu gibi maddi belgelerin bile farklı anlamlar taşımasına yol açar. Kadınlar mülkiyetin duygusal ve toplumsal yönüne empatiyle yaklaşırken; erkekler daha çok yasal ve stratejik boyutunu analiz eder. İşte bu iki bakış açısı birleştiğinde, adaletin hem kalpten hem akıldan geçtiğini görürüz.
Belediyenin El Koyma Yetkisi: Hukukun Sınırları
Belediyeler, kamu yararı gerekçesiyle belirli durumlarda tapulu arazilere el koyabilir. Ancak bu işlem, “kamulaştırma” adı verilen sıkı yasal süreçlere tabidir. Anayasa ve Kamulaştırma Kanunu’na göre belediye, tapulu araziye ancak şu şartlarla müdahale edebilir:
Kamu yararı açıkça belgelenmiş olmalıdır.
Arazi sahibi adil bir bedelle tazmin edilmelidir.
Süreç şeffaf, denetlenebilir ve yargıya açık olmalıdır.
Ne yazık ki pratikte bu süreç her zaman adil yürümüyor. Özellikle ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlı gruplar, bilgiye ve hukuki desteğe erişimde zorluk yaşadıkları için haklarını tam anlamıyla savunamıyorlar. Burada devreye “sosyal adalet” kavramı giriyor.
Sosyal Adaletin Haritası: Kimin Toprağı, Kimin Sesi?
Belediyelerin uygulamalarında en çok etkilenen gruplar genellikle düşük gelirli aileler, kadınlar ve göçmen topluluklar oluyor. Kadınlar, mülkiyet üzerindeki haklarını savunurken çoğu zaman “yardımcı rol”de görülüyor; oysa bir evin ya da arsanın gerçek sürdürücüsü onlar. Bu noktada, toplumsal cinsiyet eşitliği yalnızca kadınların hakkı değil, adil bir şehir yaşamının temelidir.
Erkeklerin çözüm ve planlama odaklı yaklaşımıyla, kadınların duyarlılığı ve empatisi birleştiğinde; daha dengeli, kapsayıcı bir kent politikası ortaya çıkabilir. Çünkü bir belediyenin görevi, toprağı sadece bölmek değil; o toprakta yaşayan herkesin eşit yaşam hakkını korumaktır.
Çeşitlilik ve Katılım: Adaletin Temel Taşları
Bir şehir, yalnızca yollarla, binalarla değil; farklı kimliklerin, inançların ve yaşam biçimlerinin bir aradalığıyla anlam kazanır. Kamusal karar süreçlerinde kadınların, gençlerin, engelli bireylerin veya göçmenlerin sesi ne kadar duyulursa, adalet duygusu da o kadar güçlenir.
Belediyenin tapulu bir araziye el koyma süreci bile, bu kapsayıcı yaklaşımın test alanıdır. Eğer süreçte şeffaflık yoksa, eğer kararlar birkaç kişi tarafından alınıyorsa, orada sadece bir arazi değil, toplumun adalet duygusu da el konulmuş olur.
Birlikte Düşünelim: Kime Ait Bu Toprak?
Bugün bu soruyu yalnızca hukuken değil, vicdanen de sormalıyız:
Bir belediye kamu yararı adına el koyarken, gerçekten tüm kamunun yararını mı gözetiyor?
Kadınların, farklı toplulukların sesi bu süreçte ne kadar duyuluyor?
Biz şehir sakinleri olarak karar mekanizmalarının neresindeyiz?
Çünkü mülkiyet sadece sahiplik değil, katılım hakkıdır da. Adalet, herkesin kendi hikâyesini bu toprağın bir parçası olarak yazabilmesidir.
Sonuç: Adalet Haritadan Değil, İnsanlardan Başlar
Belediye tapulu araziye el koyabilir, evet. Ama adalet, yalnızca kanunlarla değil, vicdanla da ölçülür. Bir şehrin gerçek gücü, duvarlarının değil; insanlarının birbirine olan saygısında gizlidir. Kadınların duyarlılığı, erkeklerin çözümcülüğü ve toplumun çeşitliliği birleştiğinde, o zaman gerçekten “herkesin toprağı” olan bir şehir mümkün olur.
Peki sizce, kamu yararı kimin yararıdır?
Ve bir gün sizin toprağınıza dokunulsa, kim sizin yerinize konuşur?